6 Aralık 2008 Cumartesi

onbir.

pilotun hemen arkasında, beyaz kıyafetli, sarı saçlı ve sarı atkılı, ince, çok narin bir çocuk duruyordu. yaşını tahmin etmeye imkân yoktu, üzerindeki kırılganlık zamandan bağımsızdı adetâ. “bana bir keçi resmi çizin lütfen.” diye tekrarladı isteğini çocuk, pilot ne olduğunu anlamadan ama çocuğu başından savmak için bir şeyler karaladı kağıda. “keçi değil” dedi ramon kendi kendine, “keçi de nereden çıktı?”. “keçilerin boynuzları çok acıtır!” diye bağırdı avazı çıktığı kadar. kafasını çevirirken pilota eşlik etme sırası çocuğa gelmişti şimdi.

5 Kasım 2008 Çarşamba

on.

ağzına dolan kumun boğazına kaçıp onu öksürtmesiyle uyandı. çok sıcaktı. çöldeydi. ayağa kalktı, ağzındaki kumları tükürdü. sıvı olan her şey buharlaşıyordu ve bu normaldi. ilerde bir uçak ve motorunu inceleyen bir pilot vardı. sonra Ramon ve pilot, bir çocuk sesi duydular: “lütfen bana bir keçi resmi çizin.”

7 Ekim 2008 Salı

dokuz.

ramon’un vücudu dayanamadı fırtınaya, sürüklendi, bayıldı. ağzındaki buruk kan tadıyla uyandı sonra, atölye’deydi. etrafını küçük adamlar sarmıştı yine. doğruldu, ne olduğunu sormak istemedi, soramadı. kendisini don quijote'ye göndermiş olan adam hemen karşısındaydı. “çok iyiydiniz efendim, yoruldunuz. ama dinlenecek hiç vakit yok. uzun bir yolculuğa çıkmanız gerekiyor.” dedi. ramon bir şey şöyleyemeyeceğini biliyordu, sustu. adam o zamana kadar arkasında gizlediği ellerinde bir kitap tutuyordu şimdi. ramon'a kendi rolünü oynamak düştü, okudu: “küçük prens”.


3 Ağustos 2008 Pazar

sekiz.

don quijote ve sancho panza kendisine doğru döndüğünde, ramon şövalyenin gözlerindeki değişimi gördü, heyecan ve öfke karışmıştı bakışlarına. nefes nefeseydi ramon, konuşmaya çalıştı: “efendimiz… devler… çok fazla…” susturdu onu şövalye, “tamam çocuk, görüyorum.” değirmenlere bakarak uşağına seslendi “…. ileride otuz ya da biraz fazla, azman dev var….” Son kelimeler ağzından dökülür dökülmez bir fırtına çıktı, göz gözü görmez oldu. 


10 Temmuz 2008 Perşembe

yedi.

şövalyenin gösterdiği yöne bakınca, gerçekten de yel değirmenlerini gördü. böyle olmamalıydı, bir şeyler yapmalıydı. don quijote ve sancho panza'ya göre geniş bir yay çizerek, onlara görünmeden koşturdu eşeğini. Değirmenlere kadar vardıktan sonra daha da beter mahmuzladı eşeği, şövalyeyle uşağının yanına doğru tekrar. garip hayvan çok yorulmuştu oysa, gidemedi daha fazla. atladı eşekten bunun üzerine, koşmaya başladı, ve bağırmaya: “imdat! efendimiz, kurtarın beni bu vahşi devlerden!”

7 Haziran 2008 Cumartesi

altı.

elli metre önünde kendisininkine benzeyen çelimsiz bir eşeğin üzerinde oval şapkalı, kısa boyulu bir adam vardı. onun yanıbaşında ise demir zırhlar içinde bir atlı. bu sahneyi okumuştu, rüya görüyor olmalıydı, bu gerçek olamazdı: ramon don quijote romanının içine düşmüştü. tam o sırada sesi geldi kulağına Don Quijote'nin “bak şuraya, arkadaşım sancho panza, ileride otuz ya da biraz fazla, yel değirmeni var.” bu işte bir terslik vardı...

27 Mayıs 2008 Salı

beş.

en sonunda elinde tuttuğu üç kitap arasında bir tanesine karar vermiş, onu ramon’a gösteriyordu. tozlu kapağın üstünden zar zor okudu kitabın adını: “don quijote”. yüksek sesle tekrar etti ismi ve o anda kör edici bir ışık tüm odayı doldurdu. gözünü yeniden açtığında bir eşeğin üstündeydi.

dört.

ona seslenen adam da içeride gördüğü diğerleri gibi kısacıktı. birbirine girmiş saç ve sakalları yere değiyordu, papyonu kaymış, üstü başı toz içindeki takım elbisesi ise üzerine boldu. ramon’dan cevap beklemeden konuşmaya başladı, bu atölye’dekilerin ortak bir özelliği olmalıydı: “bugün nasılsınız efendim? hava güzel değil mi? sizin için üç tane kitap ayırdım hangisiyle başlamak istersiniz? aslında bence bu olmalı, yok yok şu, hah evet işte.”  

26 Mayıs 2008 Pazartesi

üç.

"atölye”nin içi, küçücük bir alana sıkışmış kocaman bir dünyaydı adeta. dönerci dükkanından daha büyük olmadığını görüyordu ramon, ama atölyenin her köşesine “derinlik” büyüsü yapılmış gibiydi. dört duvara sonsuza uzanan kitaplıklar monte edilmişti sanki. ramon kafasını kaldırdı ama kitaplığın nerede bittiğini göremedi, oysa tavan çok alçaktı. etrafta hummalı bir koşturmaca vardı; ufak adamlar ve kadınlar kitap taşıyor, rafları düzenliyor, gizli gizli çene çalıyorlardı. “hoşgeldiniz efendim” dedi sonra arkasından bir ses. irkilerek döndü ramon...

30 Mart 2008 Pazar

iki.

birkaç dakika hiçbir şey anlamadan dikildi kapının önünde, ne demekti bu? dönercisine ne olmuştu? sorgulamaları tiz bir sesle kesildi. “bunları nereye koyalım usta?” dediğini duydu yanına yaklaşan 1 metre boylarında bir adamın. Cevabını dinlemeden içeri gitmişti gerçi, herhalde öylesine sorulan, düzenleyici sorulardan biriydi. tam kendi sorgulamalarına geri dönecekti ki, havanın soğuğunu hissetti en derininde. ramon tamir atölyesi’nin içine girdi ürkek adımlarla.

29 Şubat 2008 Cuma

bir.

dönerin sıcağı yakmıştı tenini Ramon’un, “yeter” dedi, içeri girdi. babasını düşündü, hiç sıkılmadan dururdu dönerin başında, iç geçirdi. bir bardak soğuk ayran koydu, elini yorgunlukla duvara yasladı ve o anda her şey birbirine girdi. zaman büküldü, mekan yarıldı. şimdi dönerci dükkanının karşısında duruyordu yine ama her şey bir garipti. kapıda “ramon tamir atölyesi” yazıyordu...